Gülseren Onanç

Söylemeyi, yazmayı kendime yediremiyorum. Memleketimde yaşananların George Orwell’in 1984 romanı ile benzerlikler taşıdığını kendime bile itiraf edemiyorum. Ama bu, olup biteni görmezden gelmemi engelleyemiyor. Polis geliyor kapıya, ansızın. Soruşturma tebligatı getiriyor, ya da kişiyi alıp götürüyor. Üzerinde adalet yazan saraylarda hukuksuz, ilkesiz, ahlaksız yargılama oluyor. Otoriter sistem kendi değerlerine ters düşen, otoritesini sorgulayanları birer birer elimine etmeye çalışıyor. Bu sistemin bir de işbirlikçisi var; muhbir vatandaşlar. En çok da o koyuyor bana. Bu vatandaşlar sistemin devamı için çaba gösteriyor. Devlete, millete, dine, ahlaka ve aile değerlerine sahip çıktıklarını iddia ediyorlar. Buna tehdit oluşturanları otoriter iktidara şikayet ederek makbul vatandaş olmaya çaba gösteriyorlar.

Ben de bir kez benzer bir senaryoyu yaşadım. Kim olduğu mail adresinden bile saptanamayan birinin ihbarı üzerine hakkımda cumhurbaşkanına hakaret soruşturması başlatıldı. Bir polis gelip kapıyı çaldı ve beni ifade vermeye çağırdı. Yirmi kadar Twitter paylaşımımı içeren dosyada cumhurbaşkanının ne adı ne de iması vardı. Ama ben altı ay boyunca savcılığa yaptığım savunmanın nasıl sonuçlanacağını endişe ve korku ile bekleyerek geçirdim. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile başlatılan iki yüz bine yakın soruşturmanın kırk bine yakınına dava açılmış. Neyse ki benim soruşturmam takipsizlik ile sonuçlandı.

Bağımsız sivil toplumun SES’i kısılmak isteniyor

Otoriter iktidar gücünü artırdıkça baskısını da artırıyor. Devlet karşısında bireyin hak ve özgürlüklerini savunan bağımsız kurumları kendine tehdit olarak görüyor. 2016’dan beri OHAL ve sonrasında binlerce bağımsız dernek ve vakıf kapatıldı. Açık olanlar üzerinde de sürekli baskı var. Muhalif SES çıkaran sivil toplum kuruluşları iktidar tarafından hedefe konup düşmanlaştırıldı ya da denetleme ve kapatma yoluna gidildi.

Örgütlü kadınlar karşısında valilik, emniyet, savcılık ve muhbir vatandaş elele

Bu hafta feminist örgütleri yakından ilgilendiren bir süreç yaşandı. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, Dernekler Masası ve İstanbul Valiliği’nin talebiyle Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) hakkında fesih davası açtı. Gerekçe “kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütmek.”

Gazeteci Gökçer Tahincioğlu “Dava dosyası tam Türkiye’ye özgü… Bütün süreç, yazım yanlışlarına, ardı ardına sıralanan ifadelere bakıldığında, ciddiye bile alınmaması gereken bir suç duyurusu üzerine, 2016’da başlamış. Aşırı hassas bir vatandaş, dizilerden, filmlerden, açıklamalardan öğrendiği kavramları ardı ardına sıralayarak, şimdi CİMER bünyesine katılan BİMER’e suç duyurusunda bulunmuş” diyor.

Süreç daha sonra şöyle gelişiyor: İstanbul Valiliği İl Dernekleri Müdürlüğü bu ihbarı fırsat bilip İstanbul Başsavcılığı’na, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun kapatılması talebini iletiyor. Savcılık delil ve belge istiyor. Valilik bu sefer Emniyet Müdürlüğü’nden dernek yönetiminin terör örgütü ile ilişkisi olup olmadığını öğrenmek için inceleme başlatmasını talep ediyor. Savcılık Emniyet’ten gelecek belgeleri ısrarla takip ediyor ve sonunda dosya geliyor. Emniyet, dernek yönetiminde olan kadınların çeşitli eylemlerde gözaltına alınmalarını, HDP’li kadın vekillerin tutuklanmalarıyla ilgili açıklamaları örnek göstererek derneğin amacının kanuna ve ahlaka aykırı hale geldiğini iddia edip derneğin feshini talep ediyor.

Otoriter sağın yükselişi karşısında feminist örgütler

Otoriter sağ siyasetin, İran’da, Afganistan’da, Polonya’da, Macaristan’da olduğu gibi, Türkiye’de de eşitlik mücadelesi veren kadın örgülerini kapatmak istemesi bizi şaşırtmadı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun açıklaması da saldırının salt kendilerine yönelik olmadığını, İstanbul Sözleşmesi’ni savunanlara, demokratik topluma karşı yapılan bir saldırı olduğunu belirtiyor. Platform açıklamasında “Derneğimize açılan bu davayı, yalnızca kendi mücadelemize yönelik bir saldırı olarak görmüyoruz. Bu saldırının tüm demokratik kamuoyuna yönelik bir saldırı olduğunu biliyoruz. Kadınları ve LGBTİQ+ları şiddet karşısında yalnız bırakmak pahasına İstanbul Sözleşmesi’nden imza çeken siyasi iktidarın; mücadele edenleri yıldırma çabası, ülkedeki nice hukuksuzluktan bağımsız değildir. Normalleştirmeyeceğiz, meşrulaştırmayacağız” diyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu gururumuzdur

“Kadın Cinayetlerini Durduracağız” diye 12 yıl önce yola çıkan ve öldürülen kadınların mahkemelerce alelade kapanmış dosyalarını kadınların yakınları ile birlikte takip eden Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği uluslararası ödüller almış örnek bir feminist sivil toplum kuruluşu. Devletin bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde sakladığı şüpheli kadın ölümlerini kamuoyuna taşıyan, her ay yayınladığı veriler ile “kadın cinayetleri” gerçeğini su yüzüne çıkaran KCDP’na salt kadınlar değil toplum olarak minnet borçluyuz.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu adliyelerde hukuksal hak arama süreçlerinden daha fazlasını yapan bir örgüt. Dernek bu topraklarda eşitlik mücadelesi veren kadınlarla il il örgütlendi. Caddeleri, meydanları doldurdu. Kadınlar, LGBTİQ+lar, çocuklar için eşitlikçi feminist SES’i yükseltti. “Asla durmayacağız, kadın cinayetlerini durduracağız!” diyen cesur, sisteme kafa tutan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu kadınlarının yanında olacağız. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu gururumuzdur.

George Orwell geleceğe ilişkin bir soruya şöyle cevap verir: “1984teki gibi bir şey sahiden gerçekleşebilir. Dünya şu anda bu yöne doğru gidiyor. Bu tehlikeli kabus halinden çıkarılacak ahlak dersi gayet basit: Bunun olmasına izin vermeyin. Bu size bağlı.”

Biz feminist örgütlü kadın hareketi olarak Türkiye’de ve dünyada 1984’teki gibi otoriter patriyarkal düzenin hakim olmasına izin vermeyeceğiz.

Biliyoruz ki bu yolda asla yalnız yürümeyeceğiz!