Gülseren Onanç
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan Rusya – Ukrayna Savaşı 78 gündür devam ediyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Birimi’ne göre 20 Nisan 2022 itibarıyla 2,224 sivil öldü, 2,897 kişi yaralandı. BM Göç Birimi’ne göre Ukrayna savaşından sonra ülkeden ayrılan göçmen sayısı 6 milyonu aştı. Bu savaşın dünya barışı üzerine etkisi uzun dönemli olacak. Yıllardır tarafsız kalan Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği için başvuru yapması iki kutuplu dünyaya hızlı geri dönüşün göstergesi.
Misyonu barış politikalarını yönlendirmek ve savaşı engellemek olan Uluslararası Kriz Grubu’na göre dünyada takip edilmesi gereken 10 çatışma şöyle: Ukrayna, Etiyopya, Afganistan, Amerika ve Çin çatışması, İran ile Amerika ve İsrail çatışması, Yemen, İsrail-Filistin çatışması, Haiti, Myanmar, Afrika’daki IŞİD benzeri cihatçı silahlı örgütler.
Savaş ve çatışmanın doğurduğu mülteci krizi
Dünyaya, çevreye, insanlığa büyük zarar veren savaşların yarattığı sonuçlardan biri de mülteci ve sığınması krizi. BM Mülteci Örgütü UNHCR rakamlarına göre dünyada dünyada 82,4 milyon göçmen zorla yerlerinden edilmiş. Bunların 48 milyonu kendi ülkeleri içinde göçe zorlanmış. BM Mülteci Örgütü gözetimindeki 26,4 milyon uluslararası mültecinin geldikleri ülkeler Suriye, Venezuela, Afganistan, Sudan ve Myanmar.
Türkiye: Dünyada en fazla mülteci alan ülke
Dünyada en fazla uluslararası mülteci alan ülke Türkiye. Kolombiya, Pakistan, Uganda ve Almanya en çok göçmen alan diğer ülkeler. Mülteciler en çok komşu ülkelere gidiyorlar. Göçmenlerin yarısı 18 yaşın altında. Türkiye’de UNHCR’ın gözetiminde 4 milyona yakın mülteci var, bunların 3,6 milyonu kayıtlı Suriyeli.
Bütün bu bilgileri Türkiye’de son günlerde yükselen mülteci ve sığınması krizine ilişkin yazdım. Zira Suriye’den Türkiye’ye 2011 yılındaki ilk kitlesel göç ile başlayan, son dönemde Afganistan’dan Türkiye’ye yönelen göç dalgasıyla devam eden süreçte, siyasi iktidarın sağlıklı bir göç politikası izlememesi toplumda göçmen karşıtlığının artmasına yol açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “1 milyon Suriyeliyi gönüllü olarak geri göndereceğiz” açıklaması, Ümit Özdağ’ın başlattığı sığınmacı karşıtlığı söylem ve sosyal medyadan yapılan paylaşımlar “Ülkemde yabancı istemiyorum” dalgasının yükselmesine yol açtı.
Anadolu’nun kadim kültürü bize farklı kimlikler ile yaşamayı öğütler
Türkiye son on yıldır büyük bir mülteci yükünü kaldırmasına rağmen, göçmen karşıtlığının gelişmediği bir ülkeydi. Biz mahallemizi, işimizi, aşımızı kendi topraklarından kaçmak zorunda kalmış mağdur göçmenler ile paylaştık. Avrupa’nın mülteci krizine ilişkin ikiyüzlü tutumuna karşın bizler mağdur göçmenlere ev sahipliği yaptık. Sonuçta bizler Anadolu’nun binlerce yıllık farklı kimliklerinin yan yana yaşadığı kadim kültürü ile yoğrulmuş insanlarıyız. Bu özelliklerimiz ile gurur duymalı, iktidardan bir an önce sağlıklı bir göç politikası talep etmeliyiz.
Suriyeli kadınlar endişeli
Bakın Suriyeli kadınlar, son günlerde fitili ateşlenen sığınmacı karşıtlığı nedeniyle zor günler geçiriyor. Ev emekçisi Ayşe, çocuklarını dışarıya bile çıkaramadığını, tehdit edildiğini anlatırken Esma “Toplu taşımada Arapça kitap okumayı bile bıraktım” diyor.
Galatarasay Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Göç Araştırmaları Derneği (GAR) kurucu Başkanı Doç. Dr. Didem Danış, Türkiye’deki koşulların Suriyeliler için ağır olmasına rağmen önemli bir kısmının geri dönmek istemediğini söylüyor. Didem Danış, “Türkiye’nin hem ulusal mevzuatı, hem de imza koyduğu uluslararası hukuk metinlerinin, geri göndermenin ancak gönüllü olursa olabileceğini söylüyor. Suriyelileri geri göndereceğiz’ sözlerinin gerçekte bir karşılığı yok. Siyasi saiklerle, seçime yönelik söylemler bunlar” diyor.
Siyasetin sorunun özüne inip asıl soruna cevap üretmesi gerekiyor. Mülteci veren ülkelere bakın: Suriye, Venezuela, Afganistan, Sudan ve Myanmar. Bu ülkelerin hepsi otoriter rejimler tarafından yönetiliyor, bu ülkelerin içinde savaş ve çatışma devam ediyor.
Mülteci sorununa tek çözüm barıştır
Mülteci sorununun tek çözümü var: Ülke içinde ve ülkeler arasında barışı tesis etmek. Günümüz çatışmacı ortamında “barış” talep etmek ulaşılması imkansız romantik bir talep gibi algılanmasına karşın barış talebini bıkmadan usanmadan dillendirmemiz gerekiyor. Bu talebin yükseltilmesinde uluslararası sözleşmelerin öneminin farkındayız. Biz SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği olarak Birleşmiş Milletler’in 1325 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı’na, yani silahlı çatışmaların kadınlar ve kız çocukları üzerindeki etkileri, kadınların barışın sağlanmasındaki rolü, barış ve çatışma çözümü süreçlerinin toplumsal cinsiyet boyutlarının öncelikli olmasına ilişkin kararın uygulanmasını savunuyoruz. Bu yönde yeni bir projeyi başlatmanın heyecanı içindeyiz.
Barış için Kadın SES’ini Yükselteceğiz
SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu olarak “Kadın, Barış ve Güvenlik” başlığına dikkat çekecek içerikleri geliştireceğiz. Konuyu kadınların ve mağdurların perspektifiyle ele almayı ve barış sesini yükseltmeyi hedefliyoruz. Kimi zaman ırkçılığa varan eril medyanın diline karşı barışçıl bir dil ile dönüştürücü bir rol oynamayı hedefliyoruz.
Barışın SES’ini kadınların yükselteceğine olan inancımızla bu kapsamda yayınladığımız içeriklere “Barış için Kadın SES’i” başlığını koyduk.
İsrail askerleri tarafından açılan ateş sonucu yaşamını yitiren Al-Jazeera televizyon kanalının Filistinli muhabiri Şirin Ebu Akile’nin verdiği mücadelenin önünde saygıyla eğiliyoruz.
Siyasal yargının CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na yönelik verdiği kararı, kişilerin düşünce ve kanaatlerini özgürce açıklama hürriyetine, Türkiye halkının Anayasal haklarına, kadınların siyasetteki varlığına ve demokratik siyasete verilen bir gözdağı olarak okuyoruz. “Asla umudunuzu kaybetmeyin” diyerek cesaretin SES’ini yükselten Canan Kaftancıoğlu’nun yanındayız.”