Gülseren Onanç
Geçen hafta ATV’de yayınlanan reality şov programının sunucusu Esra Erol, 18 yaşındaki bir kadını stüdyoda canlı yayında bağırarak, suçladı, azarladı, ‘ahlak dersi’ vermeye çalıştı. Erol, yüzünün gözükmesini istemediği halde genç kadını canlı yayında ifşa etti.
Kamuoyu önünde gerçekleşen bu utanç verici olay bizi bu hafta eril şiddetin nereden kaynaklandığına bakmaya yönlendirdi.
Berrin Sönmez “Cinsiyet temelli şiddet, failin cinsiyetiyle değil zihniyetiyle tanımlanması gereken bir olgudur” diyor. Sönmez kadın kimliği ile yapılan eril şiddete dikkat çekerken, şiddetin altında yatan şeyin cinsiyet değil zihniyet olduğunun altını çiziyor.
Kadını ve erkeği ile hepimizi yüzleşmeye çağırıyor. Aşağıdaki dört soruyu cevaplayarak işe başlayabilirsiniz.
- Kız çocuklarını ve kadınları eşit ve özgür bireyler olarak kabul ediyor musunuz?
- Kadınların kendi özgür iradeleriyle yaşamlarına yön verme hakları olduğuna inanıyor musunuz?
- Kadın bedeninin kendine ait olduğuna ve toplum, mahalle ve ailesinin kadın bedeni üzerine baskı kurma hakkı olmadığına inanıyor musunuz?
- Siyasal İslam’ın ve ahlakçı yargının kadına yönelik şiddeti meşrulaştırdığına inanıyor musunuz?
- Eşitsizliğin kadına yönelik şiddeti ürettiğine inanıyor musunuz?
Cevapları yorumlamayı size bırakıyorum.
Suçlu kim? Patriyarka mı, kadın mı?
Yazar Zehra Çelenk, Duvar’daki yazısında “Esra Erol’un tavrı geniş bir kesim tarafından eleştirilse de seveni, savunanı da çok. Çünkü sistemi, failleri, patriyarkayı değil kadını suçlamak kültürel kodlarımızda var” diyerek olayın başka bir boyutunu sorguluyor. Hakim sistemi sorgulamadan her defasında kadını suçlayan pasif zihniyetin altını çiziyor. Çelenk şu soruyu soruyor: “Nasıl oluyor da bütün bu ahlaki sorgulamadan en az etkilenen, en burnu kanamadan kurtulan kişi, bunca acının sebebi olan 40 yaşında, evli ve iki çocuk babası Kadir Akkoyun oluyor?”
Laiklik kadın haklarının ve feminizmin olmazsa olmazıdır
Kadın bedeni ve cinselliği üzerinden gelişen bu eril şiddet tartışmasına içinde bulunduğumuz siyasi iklimin oluşturduğu yozlaşma ve laiklik perspektifinden de bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Akademisyen Serpil Sancar “Din yirmi birinci yüzyılda kamusal görünürlüğünü çok açık bir şekilde kadın bedeni üzerinden kuruyor.İslam dini bazı alanları siyasi olarak terk etti. Ticari alanı terk etti.Devletin birtakım işlevlerini terk etti. Ama bunun yerine kadın bedenini bir siyasal mekân olarak tanımladı. Kadın bedenini araçsallaştırması, örtündün/örtünmedin, zina yaptın/yapmadın gibi konular laiklikle bağlantılı konular. Bu nedenle laiklik kadın haklarının ve feminizmin de olmazsa olmazıdır” diyor.
Sezen, Gülşen’den sonra bu hafta odakta Oya Ersoy var
Geçen hafta Sezen Aksu’ya bir şarkısının sözleri bahane edilerek CB’nın içinde bulunduğu bir grubun yaptığı “dini değerlere hakaret” suçlaması. Gülşen’in sahne kıyafetleri ve dansları hedef gösterilerek sosyal medyada ve televizyon programlarında özellikle kimi meslektaşlarının ağır ithamlarına maruz kalması. Bu hafta HDP İstanbul milletvekili ve Halkevleri Eski Başkanı Oya Ersoy’un TBMM’de yaptığı konuşmasında söylediği “sizler ta 1500 yıl geride kalmış din esaslı toplum düzenini yeniden hortlatmaya çalışıyorsunuz. Biz kadınlar, özgür olabileceğimizi öğrendik 1500 yıl öncesine gitmeye hiç niyetimiz yok. Götüremezsiniz” sözlerine karşı başlatılan “ecdadımıza, dinimize, dinimizin hükümlerine yönelik çirkin hakaretlerde bulundu” iddiası ile hedefe konması.
Bütün bunlar eril siyasetin kadın özgürlükleri üzerine dini tahakküm kurma çabaları olarak ortaya konuyor.
Resmi laiklik yerine feminist laiklik
Mine Melek kadınların laik bir yaşam için mücadele etmesinin gündelik ve feminist bir özsavunma eylemi olduğunu söylüyor. Resmi laikliği kadınların özerk varlıklarını, hayatlarını ve haklarını düşman ilan eden yeni saldırganlığı da mümkün kıldığını söyleyerek eleştiriyor ve bunun yerine feminist laikliği savunuyor. Laik bir yaşamın ancak kadınlarla erkeklerin her alandaki eşitliğinin maddi, siyasal, kültürel ve ideolojik koşullarını güvence altına alınmasıyla ve sadece kamusal-siyasal alanın değil, özel alanın da dinle meşrulaştırılan ataerkiden arındırılmış bir eşitlik ve özgürlük alanı olarak yeniden inşa edilmesiyle mümkün olacağını söylüyor.
Laik Devlet, özgür beden
Mine Melek, “Şimdi dünya çapında gelişen kadın mücadelesi kuşağı, “Laik devlet özgür beden” sloganıyla, bu taleplerin güncel karşılıklarının yanı sıra, bir arada yaşama ahlakımızın yani özel alan ilişkilerinin ahlakının da her türlü dinsel ideolojiden, kuraldan ve bu onun kültür diye, örf diye, gelenek diye meşrulaştırdığı erkek egemenliği mirasından arındırılmasını ve kadın/LGBTİ özgürlük mücadelesinin ilkeleriyle yeniden kurulmasını talep ediyor. Feminist laiklik ilkesi, kadın özgürlük mücadelesi ilkelerinin yeni bir toplum/hayat kurucusu ortak bir siyasal-etik ilke düzeyine yükseltilmesidir” diyor.
Gülşen’in feminist isyanı
“Ben bir anne babanın kızı, evet bir erkeğin eşi ve bir yavrunun annesiyim. Babasının kızı, bir erkeğin karısı, bir çocuğun annesi olmaktan öte ben aklı ve düşünme yeteneği olan, özgür iradeye sahip bir insanım. Bu sıfatlardan fazlasıyım. Hiçbir sıfatın kölesi değilim. Kimseye ait değilim. Ben kendimim. Kendime aitim” diyen Gülşen’e feminist laikliğin öncü sözcülerinden biri olduğu için teşekkür ederiz.
Eşitliği, özgürlüğü ve laikliği savunan zihniyetlere selam olsun.