Bir Aktivistin Gözünden: Kadın Devriminin 100.Yılında

Gülseren Onanç 

Onun hayatında en çok sevdiği, saydığı, minnet duyduğu kişi, fiziksel olarak hiç görmediği, bir kez bile sarılmadığı bir erkekti. Mardin’in çok dinli, çok dilli, çok renkli ortamında doğmuştu. Onun çocukluk yılları Cumhuriyet’in ikinci on yıllarıydı. Doğmadan bir yıl önce kadınlar seçme ve seçilme hakkı kazanmıştı. Ailesi muhafazakâr, inançlı ama Cumhuriyet değerlerine saygılı, vatansever bir aileydi. Mardin’in eşraflarından olan babası kızların okuma yazma bilmesi gerektiğine inanıyor ama meslek sahibi olmaları için yüksek okullara gitmelerine gerek görmüyordu. Erkek çocuklar ise ya asker ya memur olmalıydı. Ailenin en büyük çocuğu askeri okulda okumak için İstanbul’a gitmişti. Diğer abiler de lisedeydi.

Okul çağı geldiğinde okula başladı. Okulunu, öğretmenini çok sevdi. Çok sevdiği Gülseren Öğretmen gibi olmak istiyordu. Cin gibi bakan meraklı gözleriyle okumayı öğrenince kendini çok özgür ve güçlü hissetti. Çalışkan bir öğrenci oldu. Sonra hayatı boyunca ezbere okuyacağı 23 Nisan ve 10 Kasım şiirlerini ezberledi. O fiziksel olarak bir kez bile görmediği Atatürk’e büyük bir hayranlık ile bağlandı. Ne de olsa okula gitmeyi, okuma yazma öğrenmeyi, ona güven veren bu özgürlük duygusunu bu büyük insana borçluydu. Annesinden daha çok okuyacak, annesinden daha çok üretecek, Atatürk’e olan minnet borcunu öğretmen olarak ödeyecekti.

Okulda yaşadığı bu sevinci evdeki halası ile paylaşmayı severdi. Memiş Hala evin en güçlü kadınıydı. Hiç evlenmemişti, yılın çoğunu onlarla beraber geçirirdi. Memiş Hala ailenin bütün çocuklarına hikayeler anlatan, küçük hediyeler alan komik tatlı bir kadındı. Okula gitmemişti ama bilge bir kadındı. Annesi ise sesiz sakin, çocuklarına sevgi ile bakan bir kadındı. Çocuk yaşta babası ile evlendirilmiş, üç kız, üç erkek çocuk doğurmuştu. Hiç okula gitmemiş, hep çocuklarının okumasını istemişti.

O yaz üçüncü sınıfı bitirmiş, dördüncü sınıfa geçmişti. Bir akşamüstü babası Ahmet Bey çağırdı küçük kızı. “Defter kalem getir, şöyle bir karşıma otur bakalım kızım” dedi. Sevindi küçük kız, sonunda babasına ne kadar güzel yazdığını ve ne kadar başarılı olduğunu gösterecekti. Baba, “Yaz bakalım en çok kimi seviyorsun?” Biraz düşündü. Evde hep bir Allah sevgisi konuşulurdu, her şeyin yaratıcısı olan Allah’a şükretmek, onu sevmek en önde gelmeliydi. Sonra ona özgür yaşayacağı bir ülke hediye eden, bir kız çocuğu olarak okula gitmesini sağlayan Atatürk’e olan sevgisi geliyordu. E tabii onu doğuran, seven, bakan destekleyen anne ve babası ve ailesini de çok seviyordu.

Deftere özenli bir şekilde yazdı: Önce Allah, sonra Atatürk, sonra annem babam. 

Babası defterine baktı ve “Aferin benim kızıma” dedi. Babasından böyle takdir görmek onu çok sevindirdi. Baba şöyle devam etti: “Senin artık okula devam etmene gerek kalmamış, dördüncü sınıfa gitmene gerek yokOkuma yazmayı çözmüşsün.” Kızın bir anda dünyası yıkılmış, o günden sonraki birkaç gün sürekli ağlamıştı. Ne annesi ne de halası babasının bu fikrini değiştiremedi. Onu çok sevdiği okuluna göndermeyen babasını hayatının sonuna kadar hiç affetmeyecekti.

16 yaşında kendi ile aynı yaşta bir gençle görücü usulüyle evlendi. Hayalinde bir kız çocuğu sahibi olmak vardı. Atatürk’e layık bir kız çocuğu yetiştirebilir, onun gerçekleştiremediği öğretmenlik hayallerini kızı gerçekleştirebilirdi.

İlk iki çocuğu erkek oldu. Kocası ve kocasının ailesi mutluydu. Ne de olsa erkek çocukların daha makbul olduğu bir coğrafyada yaşıyordu. Ama o hep bir kızı olsun istiyordu. Sonunda üçüncü çocuk kız oldu. Kızı doğduğunda 22 yaşındaydı, “Artık başka çocuk yapmayız” diye düşündü.

Çok mutluydu. Ama kızı iki buçuk yaşında kabakulak ile başlayan bir ateşli hastalık sonunda ölüverdi. Genç kadın yıkıldı, günlerce ağladı. “Yeniden dene, belki bir kız çocuğun daha olur” dediler.

Yeniden hamile kaldı, doğum saatine kadar cinsiyetin bilinmediği günlerde doğan çocuk yine bir erkekti. Aile çok sevindi. Kadın “Bize kız çocuk kısmet değilmiş” deyip üç erkek çocuğunun memlekete faydalı bireyler olmaları, okulda başarılı olmaları için elinden gelen bütün özeni gösterdi. Çocuklarına, ezbere bildiği 23 Nisan ve 10 Kasım şiirlerini ezberletti. Her bayramda onlarla okula gitti, öğretmeleri ile konuştu.

Otuz yaşında yeniden hamile kaldı. Artık çocuk istemiyordu. Mardinli Süryani bir ailenin oğlu olan doktor Murat’a gitti. Doktor Murat ihtisasından sonra şehre pratisyen hekim olarak gelmiş her türlü hastalığa çare bulmasıyla ünlenmişti. Kadın 7 haftalık hamile olduğunu tahmin ediyordu. Bu haberi kocasıyla bile paylaşmamıştı. Doktor Murat’tan ona çocuğun düşürülmesi için bir destek istedi. Doktor bunun riskli olabileceğini söyleyip ve ekledi “Hem belki bir kız olur.” Kadının kız çocuğu olacağına inancı ve yeni bir çocuk isteği yoktu. Kendince bir çocuk düşürme yolu denedi, sancılı bir süreç oldu ama çocuk düşmedi.

Artık doğurmaktan başka bir çare kalmamıştı.

Çok sıcak bir Ağustos gününde, öğleden sonra çocuk doğdu. Çocuğun kız olduğunun haberi kadını kocasından çok daha fazla sevindirdi. Sonunda hayaline 30 yaşında ulaşmıştı. Kadın kızına ilkokul öğretmeninin adını verdi: Gülseren.

Gülseren okula gitme yaşına geldiğinde aile artık Mardin’de değil İstanbul’da yaşıyordu.

Gülseren ilkokula gitmek üzere hazırlanırken annesi de en az onun kadar heyecanlanırdı. Kadın kızını yanına oturtur ve tembih ederdi: “Bak kızım  sana okulda en çok kimi seviyorsun diye sorarlarsa şöyle cevap vereceksin: Önce Allah, sonra Atatürk, sonra annem babam.”

Bu kadının hikayesi benim 7 yıl önce kaybettiğim annem Ulviye’nin hikayesidir.

Annem büyük bir Atatürk hayranıydı. Onun hayatında en çok sevdiği, saydığı, minnet duyduğu kişi fiziksel olarak hiç görmediği, bir kez bile sarılmadığı Atatürk’tü. O Atatürk sevgisini çocuklarına aşılamayı, kızını Atatürk’e layık bir kadın olarak yetiştirmeyi kendine görev olarak gördü. Pardösüsünün üstüne taktığı altın kaplamalı Atatürk rozetini hep gururla taşıdı.

Cumhuriyetin 100 yılı üzerine bir yazı yazmak için bir süredir düşünüyordum. Bugün Hürriyet Gazetesi’nde Sedat Ergin’in yazısını okuyunca, annemin hikayesi bana Cumhuriyet üzerine yazılacak en anlamlı yazı gibi geldi.

Atatürk Cumhuriyetin geleceğinde kadınlara güveniyordu

Deneyimli gazeteci Sedat Ergin bu yıl kaybettiğimiz çok değerli tarihçimiz Prof. Zafer Toprak’ın “Atatürk/Kurucu Felsefenin Evrimi” başlıklı kitabında yer verdiği Atatürk’ün bir konuşmasından şu alıntıyı yapıyor: “Şükranla ifade etmek lâzımdır ki, hiçbir yerde kadınlarımız erkeklerin dûnunda (aşağısında) değildir. Hemen her yerde kadın ve erkek seviyesi arasında bir teâdül (denklik) görmekteyim. Bu hâl şayan-ı iftihardır. Kadınlarımızın, daha namüsait şerait (koşullar) altında erkeklerden geri kalmayışı ve belki aynı şerait tahtında erkeklerden ileri gidişi mucib-i mefharettir (iftihar vesilesidir).” 

Zafer Toprak’a göre, kadın-erkek eşitliğine inanan Atatürk, her vesileyle tavrını kadından yana koymuştu. Atatürk Cumhuriyet’in geleceğinde kadınlara güvenmişti.

Cumhuriyet kadındır

Pelin Batu, Türkiye’de kadın haklarının kazanılması için verilen büyük mücadeleyi hatırlatıp “Cumhuriyet ve kadın hakları birbirinden ayrılmaz iki mevhum” dur diyor.

Annem bugün yaşasaydı günler öncesinden Türk bayrağını balkona asar, her milli bayramda okuduğu şiiri 29 Ekim sabahı okurdu.

Saat dokuzu beş geçe, Atam Dolmabahçe’de,
Gözlerini kapadı, bütün dünya ağladı
Doktor doktor kalksana, lambaları yaksana,
Atam elden gidiyor, çaresine baksana
.

Annem Cumhuriyet sayesinde kendine güvenli bir kadın oldu. O Cumhuriyetin onun için hava kadar, su kadar ekmek kadar yaşamsal olduğunu biliyordu. Ben onun hayal ettiği gibi öğretmen olmasam da, Cumhuriyetin değerini giderek daha çok biliyorum. İran’da, Afganistan’da, Suudi Arabistan’da ve diğer çoğunluğu Müslüman olan ülkelerdeki kadınların eşitlikten ne kadar uzakta olduğunu görünce Atatürk’e ve Cumhuriyete minnet borcum artıyor. Cumhuriyet’ten, laiklikten, toplumsal cinsiyet eşitliğinden asla vazgeçmeyeceğime yemin ediyorum. Cumhuriyet kazanımlarımızı kaybetmemek üzere mücadele etmemiz gerektiğini çok iyi biliyorum.

Cumhuriyet bir kadın devrimidir

Türkiye’nin ilk kadın hukuku uzmanı, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü Nazan Moroğlu, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun ilk yıllarından itibaren kadın-erkek eşitliği yolunda edinilen kazanımlar üzerine yazdığı yazıda, “Cumhuriyet bir kadın devrimidir “ diyor.

Cumhuriyetimizin, kadın devrimimizin 100. yılı kutlu olsun.