Gülseren Onanç

Bu yılki 8 Mart programımız Gülten Kaya ve Türkan Elçi ile birlikte Urfa’ya gidip SES Yılın Kadınları olarak seçtiğimiz Emine Şenyaşar ve Merve Albayrak’ı ziyaret ederek ödüllerini vermekti. Hayalim bir kadim şehirden ilham aldığım kadınlar ile birlikte bir dayanışma eylemi yapmaktı. Emine Şenyaşar’ın bir yılı dolduran sivil itaatsizlik eyleminin birkaç saatinde yanında olacağımız için heyecanlanıyordum. Ama olmadı. Programımızı son gün bir sağlık sorunundan dolayı üzülerek başka bir tarihe ertelemek zorunda kaldık.

Öte tarafta, bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü savaşın soğuk ve ürkütücü gerçekliğinin gölgesinde kaldı. Üçüncü haftasını bitiren Rusya’nın Ukrayna’yı işgali artık tam bir savaş olarak tüm dünyadan (Rusya’nın hariç olduğu söyleniyor) canlı izleniyor. Çoğu kadın ve çocuk milyonlarca mülteci ülkesinden göçe zorlanırken müzakereler sonuç vermedi. Antalya’da yapılan zirveden çok ümidim vardı ama maalesef olumlu bir gelişme çıkmadı.

İnsanlığın bugüne kadar inşa ettiği uygarlığın bu çatışmayı çözme yeteneğine sahip olmaması bende hayal kırıklığı yaratıyor. Otoriter iktidarların demokrasilerden daha fazla olduğu dünya politika arenasında, ne yazık ki gelişmişliği ile gurur duyan Batı ülkelerinin politikacıları da kötü bir sınav veriyor. Putin’i cezalandırmak için bütün Rus halkını, iş dünyasını, sporcularını, sanatçılarını cezalandırmak Batı’nın kendi eliyle kurduğu küreselleşmenin sonunu hazırlıyor. Üstelik Rusya’daki barış yanlılarının da elini zayıflatıyor.

Dünya siyasetine hakim eril siyasetin bildiği tek yol var; bir diktatörü sert güç (silahlı ve ekonomik güç) ile diz çökertmek. Bu süreçte kaybedilen insan yaşamları, telafisi uzun sürecek insan dramları hep savaşı başlatan zihniyetin suçu olarak algılanıyor. Geldiğimiz bu noktada sadece barış yapmaya odaklanan müzakere ve uzlaşı arayan bir yumuşak güce çok ihtiyacımız var. Benim gibi “Angela Merkel Almanya Başbakanı olarak görevde olsaydı bu sorun uzlaşı ile çözülebilirdi” diyenleri çok duydum.

Barışın SES’ini yükseltmeye ihtiyacımız var

 

Dünyanın barış talep eden daha yüksek SES’lere ihtiyacı var ve kendisi bir direniş günü olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü barışın SES’ini yükseltmek için bize güzel bir fırsat sağladı.

Hannah Arendt’e göre, “Politik bir biçimde eylemek, olaylar karşısında sorumluluk hissedip tavır almak anlamına gelir. Eylemek ile özgürlük aynı şeydir. Arendt’in söz ettiği eylemlilik yaşamımızı devam ettirdiğimiz eylemlerden farklı eylemlerdir” diyor Fatmagül Berktay Dünyayı Bugünde Sevmek adlı kitabında.

Barış için bir eylem yapmalıyım…

Hannah Arendt’in politika anlayışını benimseyen biri olarak barışın SES’ini yükseltmek üzere 8 Mart günü bir eylem yapmak zorunda hissettim kendimi. Her ne kadar her yıl 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılarak çoğulcu bir eylemlilik göstermek beni çok heyecanlandırsa da, genç kadın aktivistler, LGBTİ+ bireylerin renkli, yaratıcı eylemleri bana umut verse de bu kez kendi başıma bir eylem yapmalıydım. Bu eylem Hannah Arendt’in dediği gibi günlük yaşantımdan yaptığım eylemlerden farklı olmalıydı. Bir video çekip sosyal medyadan paylaşmak artık günlük yaşamın bir parçası haline gelmişti. Barışa SES vermek, kendimi daha özgür hissetmek için farklı bir şey yapmalıydım.

BM Kadın Birimi İyi Niyet Elçisi Demet Evgar’ın açtığı yoldan yürümek

Ne yapacağımı bulmak çok kolay oldu. Demet Evgar, İstanbul’un en merkezi noktalarından birinde yaptığı tek kişilik protestosunu çok değerli bulmuştum.

Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) Türkiye ofisinin Türkiye’den ilk İyi Niyet Elçisi olarak ilan ettiği Demet Evgar, evinde hazırladığı pankartı metro girişine asarak, çevresinde toplananlara “Ben kadınım, eşitlik benim hakkım. Ben kadınım, öldürülmek istemiyorum. Ben kadınım, gücümün farkındayım, değişiyorum ve dönüştürüyorum” diyerek kişisel eylemini yapmıştı. Ben de onun açtığı yoldan kendi tek kişilik protestomu yapabilirdim.

#KadınlarBarışİstiyor

Bizim sitenin çıkışındaki köşede başlayıp durdurulan inşaatın çirkin suntasına güzel bir duvar yazısı yazmaya karar verdim. İtiraf edeyim gençliğimde duvar yazılamasına hiç çıkmadım. Ama söyleyecek bir sözüm ve elimde bir spray boya varsa bunu yapmamın önünde bir engel yoktu. Önce gidip boyayı aldım. Barışın ve huzurun rengi olan mavi rengi seçtim. Mağazada bana yardımcı olan kadın tezgahtara da yapacağım eylemi usulca fısıldadım. Beklediğim kadar heyecanlanmadı. Kim bilir ne kadar çok derdi vardı, benim kişisel eylemim ona bir feminist fantezi olarak bile görülebilir diye düşündüm. Öğlen saati olmuştu ve ilkokulun karşısında çocuk ve veli kalabalığı oluştu. Yazma eylemime en çok okuldan çıkan bir kız çocuğu ilgi duydu. Ne yazacağımı merak ediyordu. Kendisini almaya gelen kişiye “Ben de ‘I Love You’ yazmak istiyorum” dedi. Duvara “#KadınlarBarışİstiyor” diye yazdım. Küçük kız yüksek SES’le okudu. Benimle birlikte okumasını rica ettim, o da kırmadı ve birlikte “Kadınlar Barış İstiyor” diye slogan attığımız videomuzu çektik. Kendimi bu eylemden sonra daha özgür hissettim, bir aktiviste de bu yakışırdı değil mi?

Bu coşku ile Feminist Gece Yürüyüşü’ne gittim. İstanbul’da son yıllarda İstiklal Caddesi’ni ve ona çıkan bütün sokaklara barikatlar kurarak yürüyüşe kapayan Süleyman Soylu’nun polislerini aşıp toplanma alanına varmak ayrı bir keyif veriyor. 2003’ten beri her yıl 8 Mart gecesi erkek-devlet şiddetine, patriyarkaya, savaşa karşı düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşü’nün yirmincisi de şahane geçti.

Sadece İstanbul’da değil Türkiye‘nin onlarca ilinde kadınlar ve LGBTİ+lar taleplerini dile getirmek için sokağa çıktı. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır ve pek çok ilde kadınlar polisin engellemelerine rağmen alanları terk etmedi. Birçok ilde yürüyüşe katılım geçen senelere oranla daha yüksekti.

Kadınlar barış istiyor, özgürlük istiyor, eşitlik istiyor. Bunları sağlamak için mücadeleye devam edeceğiz.

Dünyanın kadın bilgeliğine, kadın direnişine her zamankinden çok ihtiyacı var.